Röportajlar

“Yahu, herkes bana ‘hayatını yazsana’ diyor. Ne yapsam bilmem ki… Anlatacak çok şeyim var ama nasıl toparlarım ki? Hem değer mi be? Kim ne yapsın benim hayatımı?” deyiverdi bir gün. Değerdi tabii. Onun hayatı bir sinema tarihiydi, önemliydi. Öyle ilginç şeyler anlatırdı ki her sohbetimizde, kayda geçse iyi olurdu, yok olup gittiklerinde hayıflandığımız nice yaşanmışlıklar gibi. Nasıl olduysa “İstersen sen anlat, ben yazayım” deyiverdim ben de. Çok da ciddiye alacağını ummadım doğrusu. Almaz genelde. Benim bildiğim Aram Abi kolay kolay bir şeyi ciddiye almaz. Hele kendisiyle ilgiliyse… Ama hiç de öyle olmadı. Çok ciddiye aldı. Hiç aksatmadı. Hiç boş vermedi. Her hafta buluştuk. Ve hiç de kolay olmadı. Neler anlattı neler… daldan dala atlayarak, ilgisiz konuları bir araya getirerek, arada fıkra anlatarak. Kâh gülerek kâh hüzünlenerek ki hiç yakışmaz ona. Pek belli etmez ama duygusaldır aslında, bilirim. Uzun süre ne yapacağımı bilemedim, anlattıklarını düşündüm, kayıtları dinledim. Karmakarışık. Ben nasıl toparlayacaktım, bu her telden çalan sohbetleri? Nereden başlayacaktım? Hatta nasıl bir şekle sokacaktım? Çocukluktan başlayan kronolojik bir hayat öyküsü mü olmalıydı? Günden geriye mi gitmeliydi? Uzun soluklu bir söyleşi gibisi mi doğruydu? Kalemime sansür koymalı mıydım? Ki dilinin hiç sansürü yok. Sonunda, mümkün olduğu kadar, birbiriyle ilgili konuları başlıklar altında toplamaya çalışarak, genel akışı olduğu gibi bırakmaya karar verdim. İki dostun sohbetine okuyucunun kulak misafiri olmasına izin verir gibi. Bir garip hayat öyküsüdür bu… Ve tabii ki tamamı değildir. Siz bunu; anıları su yüzüne çıkaran bir sohbet sayın ve de dinler gibi okuyun.

Profile Picture
ANİ İPEKKAYA
"ARAM’LA BİR TEK İŞTE ÇALIŞTIK"

Maalesef Aram Gülyüz’le yalnızca ‘Uğurlugil Ailesi’ dizisinde çalışma şansım oldu. Sanıyorum Maslak’ta bir stüdyoda çalışıyorduk. Bir gün provadan çıktığım için bir çekime biraz gecikmiştim, hiç unutmam. Ödüm kopmuştu valla çünkü biz son derece disiplinli yetiştirildik konservatuarda. Öyle geç kalmanın falan hiçbir mazereti olamazdı. Ama Aram o kadar anlayışlı ve müşfikti ki o ışıl ışıl maviş gözlerinde insanı daima rahatlatan bir şey vardı. ‘Merak etme, zarar yok, sen rahat ol’ diye beni sakinleştirmesini hiç unutamam. Keşke onunla daha çok çalışabilme imkanım olsaydı. Doğrusu hem yarattığı o keyifli ortamı daha sık tadabilmek hem de anlatabilecek daha çok anıya sahip olabilmek isterdim. Yalnız şunu söyleyebilirim ki onun sinema tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu biliyorum. Çok yetenekli olduğunu söylemek haddim değil ama başarısını ve en önemlisi estetik anlayışını, takdir etmeden edemem. Yani ilk günden bu güne kadar sürdürdüğü bu sonsuz başarıya alkış tutuyorum.

Profile Picture
NİLGÜN BELGÜN
“ONUN HAYATIMDA ÖNEMLİ BİR YERİ VARDIR”

Aram Abi’yi çok severim, yıllardır tanışırız, çok iyi bir yönetmendir ve beni televizyonla tanıştıran yönetmen olduğu için de hayatımda ayrıca önemli yeri vardır. Yıllar önce onun çektiği, ‘Darbukatör Baryam’ dizisinde, Müjdat Gezen’in karısını oynamıştım. Televizyon seyircisi beni bu sayede tanıdı. O yüzden Türker İnanoğlu, Müjdat Gezen ve Aram Gülyüz, hayatımın dönüm noktasının üç nedeni olmuşlardır. Aram Abi’yle uzun yıllar birlikte çalıştık. O hayatımda gördüğüm en yumuşak yönetmendir. Genelde sert olur yönetmenler. O son derece yumuşak, neşeli ve esprilidir. Çok keyiflidir onunla çalışmak ve oyuncu daima kendini mutlu hisseder. Öyle pratiktir ki şaşarsınız, olmaz dediğiniz şeyi olduruverir. Mesela ‘Darbukatör Baryam’da, biz Müjdat’la karı koca oynuyoruz, fakat Müjdat devamlı hastalanıyor. O biraz hastalık hastasıydı, hâlâ öyle midir bilmem, buluttan nem kapardı. İkide bir yok kalbi sıkışır, yok nabzı hızlanır, fenalık geçirir, bırakır giderdi. Aram Abi hiç kızmadan, gayet sakin bir ay boyunca bizi hep ayrı ayrı çekti ve bir aradaymış gibi gösterdi. Kimse de anlamadı. İşte bu Aram Gülyüz pratikliğidir, başka hiçbir yönetmen böyle bir şeye ‘evet’ demez. Adam yoksa, işi iptal eder. O ise işin hiçbir nedenle aksamaması için daima pratik bir çözüm bulur. Ah çok da hoş anılarımız vardır onunla. O matraktır ben dalgınım, neler çıkar neler. Yine Türker İnanoğlu’nun işi olan ‘İşte Müzik İşte Eğlence’yi çekiyoruz Aram Gülyüz’le. Bana dedi ki ‘Nilgüncüm, bazı durumlarda, kısa röportajlar çekiyorum, şimdi bi futbolcu gelecek, siz önce aranızda konuşun sonra çağır beni çekiverelim.’ Ben de baktım ki orada atletik vücutlu, sporcu tipli bir adam var, herhalde bu olacak diye gittim yanına dedim ki ‘Beyefendi siz herhalde röportaj için gelen sporcusunuz, buyrun önce biraz konuşalım Aram Bey çekecek.’ Aram Abi de az ilerde durmuş şaşkın şaşkın bana bakıyor. Adam hayretler içinde ‘Nilgün Hanım, neler söylüyorsunuz, ne sporcusu, ben yedi yıldır sizin kameramanınızım’ demez mi? Aram Abi ‘Ne yaptın kız sen?’ diye kahkahalarla gülüyor. Hâlâ anlatır, güleriz. Bir gün de tek kişilik bir oyunum var. Aram Abi de seyretmeye gelecek, pek sever beni her şeyime gelir. Ben de en önden ona bir yer ayırdım. Çıktım oyunumu oynuyorum, arada bir de ona bakıyorum ve ‘Öyle değil mi Aram Abi?’ falan diyorum. O ise hiç oralı olmuyor, gülümsemiyor bile. Ben kendi kendime o günkü oyunumu hep ona oynadım ve de ‘Yahu buna kahkahalarla gülmesi lazım niye gülmüyor’ diye de bozulup durdum. Sonra yanıma gelip de ‘Kız ne diye elin adamına Aram Abi deyip durdun?’ deyince anladım ki meğer Aram Abi öbür uçta otururmuş, ben biraz ona benzeyen başka bir adama bakarak konuşurmuşum. ‘Yahu niye bir el falan sallamadın?’ diye bi de çattım üstelik. ‘El kol sallamaktan canım çıktı ama bi kere o adamı tutturdun, hiç bu yana bakmadın ki’ dedi. Ya işte böyle. Ah daha ne anılarımız vardır, hangi birini anlatacağım? Zaten biz onunla daima öyle eğleniriz ki, her bir araya gelişimiz ayrı bir keyiftir. Ben Büyükada’da büyüdüm, Ermenilerle, Rumlarla, Musevilerle iç içe bir mozaikte yaşadım yıllarca. Aram Abi benim en değerli mozaiğimdir. Onunla ilgili bu tarz bir çalışmanın yapılması beni çok mutlu etti. Allah ona uzun bir ömür versin ve inşallah daha yıllarca güzel işler yapalım birlikte.

Profile Picture
MÜJDAT GEZEN
“O EN RAHAT, EN DOĞAL, EN ÜRETİCİ İNSANDIR”

Komedi filmi yapan bir yönetmenle bir komedyenin buluşmamış olması mümkün değildir. Ben Aram’la uzun yıllardır tanışırım. Diyebilirim ki hayatımda en severek çalıştığım insan olmuştur. Birçok komedi yönetmeniyle çalıştım, hiçbiriyle bu kadar rahat etmedim. Onun dünyaya bakışı, hayatla barışıklığı, mizah anlayışı müthiştir. Bir kere çok kültürlü ve çok donanımlıdır, ana dili gibi İngilizce konuşur. Onunla önemli bir müştereğimiz de eşi, Gönül’dür. Gönül daha gencecikken, benim konsevatuarda bale hocamdı. Ta o zamana dayanan bir dostluğumuz vardır. Hepsi birbirinden değerli birçok yönetmenle iş yaptık, hepsiyle de dostluğumuz vardır. Ama en rahat, en doğal, en üretken çalışmalar daima Aram Gülyüz’le olmuştur diyebilirim. Birlikte yazdığımız ‘Televizyon Çocuğu’ diye bir de senaryomuz vardır. Onunla çalışmış olan kime sorarsanız sorun, mutlaka benim söylediklerimi söyleyecektir. Günün birinde yine bir film yapmaya karar versem ve bu bir komedi olsa mutlaka yine Aram Gülyüz’le çalışmak isterim. Çok değer verdiğim bir dostumdur. ‘Darbukatör Baryam’ dizisinde Nilgün Belgün’le bir araya gelmeden çekilen sahnelerin öyküsünü bir de sizden dinleyelim mi? Ben böyle bir şey hatırlamıyorum, çok yıl geçti aradan ama yapılmış olsaydı böyle bir şeyi de zaten ancak Aram yapmış olabilirdi.” Peki, Komik bir anınız var mı?” Ben filmlerde dublör kullanmayı hiç sevmem. Bir şey gerekirse mutlaka onu öğrenir kendim yapmaya çalışırım. Mesela bir Kılıç Kalkan sahnesi vardı, folklor ekibi geldi, bana öğrettiler, ben de aralarına girdim ve yapabildiğim kadar yaptım. Bir de yağlı güreş sahnesi vardı. Bayağı detaylı, ciddi ciddi bir yağlı güreş, kıspeti falan giydirdiler bana, çıktım. Ama karşımdaki gerçekten iyi bir güreşçi, başladı beni yerden yere vurmaya. Baktım olacak gibi değil, Aram’a dedim ki ‘Abi söyle şu oğlana o kadar hırpalamasın, ben güreşçi müreşçi değilim, neticede oyuncuyum. Aram da öyle kibardır ki ‘Lütfen o kadar sert davranmayın, yaparmış gibi olsun yeter’ dedi fakat adam anlamıyor. Ben de sonra buradan hareketle, yenilgiyi hazm edemediğimden olacak, lokantada yemek yerken, birden nasıl estiyse, tuttum birini yağladım, kendim de yağlandım, başladım öğrendiklerimi uygulamaya. Resmen hıncımı ondan aldım yani. İkimiz de vıcık vıcık yağlar içinde yerlere yuvarlandık, kalkamadık. Sen Aram tüm o sahneleri kare kare çek. Kesin buna bir montaj yapacak dedim ama ‘O kadar doğal oldu ki’ diyerek hiç montajlamadan hepsini kullandı. Seyredince çok güldük. O zamanlar öyle çeker çekmez hemen seyretme imkânımız yoktu. Negatife çekerdik. Çok da pahalı bir şeydi bu. Ama Aram o kadar duyarlı bir adamdı, öyle bir ayarlardı ki milim ziyan etmezdi. ‘Di’ diye geçmiş zaman konuşmak istemiyorum sanki bu işleri tamamen bırakmış gibi… Aram hâlâ öyledir, yine yapacak ve üretmeye devam edecektir. O rastladığım en iyi komedi yönetmenidir. Onlarca anektot var anlatılacak ama hangi birini hatırlayayım… Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki; o komedyenin derdinden anlayan bir mizah duygusuna sahiptir, oyuncuyu hiç sıkmaz. Bir kere şu teoriyle hareket eder ki ben de tiyatroda yönetmenlik yaparken onu uygularım; Bol ceketin çaresi vardır. Bırak rahat oynasın, sonra sen gerekirse istediğin gibi kırparsın. Sıkıştırmanın bir gereği yoktur. Şimdiki yönetmenler bunu bilmiyorlar, bana kızabilirler belki ama kimse Aram’ın supleksine ve yumuşaklığına sahip değildir. Ben Aram Gülyüz setinde hiç tartışmaya tanık olmadım. Bu güzel bir noktadır. Bütün yönetmenler tartışır bağırırlar çağırırlar, insanı sıkarlar. Onun ise adeta sessiz ve gizli bir hakimiyeti vardır, ne yapacağını gayet iyi bilir. Bilir ki montaj masasında son karar onundur. Çok iyi bir adamdır. Yalnız çok iyi bir yönetmen iyi bir sinemacı değil çok da iyi bir dosttur. Kıymeti bilinmemiştir diyemeyeceğim, Türkiye’de komediden biraz anlayanlar komedi filmi dendiğinde ilk akla gelen ismin o olduğunu bilirler. Ötekilerin hepsi Aram’dan sonra gelir. Bana kırılırlar mı bilmem ama kırılsalar da bu sadece benim fikrim değildir. Kesinlikle eminim ki Aram’la çalışan herkesin fikri böyledir.

Profile Picture
HÜLYA KOÇYİĞİT
“ADI GİBİ GÜLEN…”

Aram Gülyüz hakkında neler söylemek istersiniz? Aram Gülyüz, karşısındakine güven veren, iyimser, hoşgörülü, insanlara değer veren, hayatta olmaktan mutlu ve kendiyle barışık olduğunu hissettiren bir insandır. İnsan onunla olmaktan o kadar keyif alır ki, hep onunla beraber olayım da zamanım böyle güzel geçsin diye gözlerinin içine bakar. Önce bu insan yönü aklıma gelse de tabii ki yönetmen olarak hatırladığım en önemli şey; kariyerinde tek tür film olmadığıdır. Ona daha çok komedi filmlerinin yönetmeni denir ama benim onunla, bir komedi olan; ‘Lafını Balla Kestim’ bir macera filmi olan; ‘Dişi Düşman’ ve ağır bir dram olan; Kumarbaz’ın Kızı’ gibi farklı tarzlarda yapılmış filmlerim var. Çok profesyoneldir, eline aldığı bütün konuları, kendince güzellikler de katarak çok güzel işler. Onun setinde bulunmak insanı asla germez, tam tersi büyük bir rahatlık ve güven hissedersiniz. O müthiş bir estetik anlayışı olan kültürlü bir insandır, onunla her şeyi konuşabilirsiniz. İster siyaset tartışın, ister şakalaşın, her şeyi çok geniş bir perspektiften görmeyi bilir. Sürekli çalışan, enerjisi hiç bitmeyen, ‘yoruldum’ demesini bilmeyen bir insandır. Oyuncuya ve oyunculuğa çok önem verir, çünkü hikâyeyi oyuncuyla anlatır. Dolayısıyla oyuncuyu özgür bırakır, gerektiği zaman, gerektiği kadar şekillendirir. Karakterleri en başta, senaryo aşamasındayken, iyice anlatır, benimsetir, bir kere anlaşınca sonrası gürül gürül gelir. Bu kadar mutlu olduğum bir yönetmenle daha çok çalışmak isterdim, kısmet bu kadarmış demiyeceğim, inşallah bir gün yine birlikte çalışma fırsatımız olur. Hiç unutmam, ilk filmimize başlarken, önce biraz sohbet edip ailelerimizden falan söz etmiş ve onun Gönül Abla’yla evli olduğunu öğrenmiştim. Gönül Abla benim bale öğretmenimdi. Duyunca çok heyecanlandım ve belki de ona ilk sempatim bu şekilde oluştu. Gönül Abla bu gün aramızda değil ama o bizi ta en başta yaklaştıran neden oldu bence.

Profile Picture
AYŞEN GRUDA
“SİNİRLENMENİN YANLIŞ BİR ŞEY OLDUĞUNU BİLİRDİ”

Aram Gülyüz çok iyi bir yönetmendi, yaptığı işin tekniğini o kadar iyi bilirdi ki sette hemen hemen hiçbir şey aksamazdı. Biri mi gecikti, yahut gelmedi, o yine sahneyi çeker zamanı asla ziyan etmezdi. Seni duvarın önünde oynatır, karşında biri varmış gibi oynatır, sonra rol arkadaşını oraya koyardı. Mis gibi de olurdu. Aram Abi sette bağırıp çağırmayan, sinirlenmeyen, sinirlenmenin yanlış bir şey olduğunu bilen bir adamdır. Onun setinde zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Ve eli çok çabuktu. Daima neşeli, güler yüzlü, esprili işine hakim ve bilgili bir İstanbul efendisidir o. Sette her zaman kahkahalar çınlardı. Öyle kolay öyle pratik hallederdi ki işleri, keyifle çalışırdı herkes. Gönül’ü de tanır mıydınız? Ah Gönül çok saygın bir balerindi ve çok güzel bir kadındı. Yani gerçekten aşık olunacak bir kadındı.

Profile Picture
ÜMİT EFEKAN
“O BİZLERİN ARAM ABİSİDİR”

O Türk sinemasının en şeker, en neşeli yönetmenidir. Başka matrak Abilerimiz de olmuştur tabii ama o bambaşkadır. İş ortamı dışında bile ona rastladığınızda, içinizi bir anda neşe kaplar. En stresli zamanınızda bile içinizi ferahlatır. Her karşılaşmanızda, kahkahalarla ayrılırsınız yanından. Onun bu sevecenliği ve sıcaklığı filmlerine de yansır. Türk sinemasının bütün starlarıyla film yapmıştır. Biz birlikte çalışmadık ama onun setlerinin kahkahalı ortamı herkesin dilindedir. Bir insan bu kadar esprili olursa, hayata öyle bakarsa, çektiği komedi filmlerinde son derece yaratıcı olması kaçınılmazdır. Ve de çok sevilir. Karısı Gönül’e olan aşkı dillere destandır, herkes bilir. ‘Aşk’ın tarifi onunla başlar. Zaten o bir sevgi insanıdır. Kimseye kırgınlığı yoktur. Kızmaz, küsmez. O, hepimizin Abisidir, ders alınacak bir insandır. Kamera arkasında veya önünde çalışmış, kendisini tanıyan herhangi birine ‘Onun için bir şeyler söyle’ deseniz asla ‘Hayır’ diyen çıkmaz ve mutlaka çok güzel şeyler söyler. Bana göre; sevgi adına, meslek adına, dostluk adına hepimizin ondan öğreneceği çok şey var. Benim için de çok önemli bir Abidir.

Profile Picture
ÖZGÜR OZAN
“O SİNİRİ ALINMIŞ BİR İNSANDIR”

Ben daha bu kadar göz önünde olmadan yani henüz insanlar beni tanımadan Aram Abi’yle birlikte olduk biz. “Tatlı Kaçıklar” dizisinde çalıştık. Ki çok uzun süre oynamış bir dizidir. Bölüm oyuncusu olarak gitmiştim ve yalnızca bir bölüm oynadım. Ama onu tanımak için uzun bir süreye gerek yoktur, o görür görmez kanının kaynadığı bir insandır. Eminim ki sevmeyeni yoktur. Onunla çalışmak son derece eğlencelidir. Bir komedi yönetmeninin aynı zamanda eğlenceli olması az rastlanan bir şeydir. O kadar da süratli çalışır ki adeta işin başlamasıyla bitmesi bir olur denedilir. Set aralarında fıkralar anlatarak başka çalışmalarında başına gelen komiklikleri anlatarak sürekli güldürürdü bizi. Bir keresinde aynı anda iki filmi birden nasıl çektiğini anlatmıştı. Pencerenin pervazına oturmuş, sağ ayağıyla bir tanesine stop derken diğerine start verdiğini söylemişti. İnanılmaz bir şey, o zamanlar tabii televizyon yok, sinema filmlerine talep büyük, şimdiki diziler gibi çok sık film çekiliyormuş. O da çok iyi, çok aranan bir yönetmen olduğu için, iki filmi aynı anda çekmek durumunda kalıyormuş. Biz o dizide ve üç tane de televizyon filminde çalıştık Aram Abi’yle. Bana göre o, siniri alınmış bir insandır. Bir gün bile sinirlendiğini görmediğim gibi eğlenmeden geçirdiğim bir tek gün bile hatırlamam. Neşesini etrafına saçan bir insandır Aram Abi. Aynı zamanda oyuncuya büyük imkânlar verir. Özellikle komedilerde, doğallığın daima daha iyi sonuç vereceğine inandığı için, oyuncuyu hiç zorlamaz ve çoğu zaman kendi doğallığında bırakırdı. Senaryo dışında kendiliğinden gelişen esprileri montajla mutlaka katardı. Yani bir alt yapı var, oyuncu ne yapacağını biliyor, o da bunları gayet ustalıkla senaryoya katıyor. Hatta bu senaryo dışındaki şeyleri daha çok severdi. O yüzden oyuncuyu özgür bırakırdı, onunla çalışan herkes kendini rahat hissederdi. Tabii ki güvendiği oyuncuları kast ediyorum. Her oyuncu öyle özgür bırakacak diye bir şey yok. Bazı oyuncular, yönetmen oyuncusudur, yalnız onun dediğini yapar, yani her şekilde yönetilmelidir. O bunları gayet iyi seçerdi. Ben de bu açıdan kendini rahat hissedenlerden oldum, beni daima özgür bıraktı ve onunla çok zevk alarak çalıştım. Çok iyi çok usta bir yönetmendir, gerçekten de eline bu günkü teknolojik imlânlar verilse çekemeyeceği bir film yoktur.

Profile Picture
YASEMİN YALÇIN
“O BENİM BABAM GİBİDİR”

Aram Gülyüz’le nasıl tanıştım biliyor musunuz? Daha 20’li yaşlardaydım ve de oldukça deli doluydum. Samim Değer’le çalışıyordum o dönemde. O gittikten sonra sonra, Aram Gülyüz’ ün geldiğini öğrendim. İlk karşılaşmamızda önce biraz mesafeliydik tabii daha onu tanımadan… Hatta arkasından dalga geçen bir hareket yapmıştım. O bunu fark etmiş ve hiç ses çıkarmamıştı. Ama sonra öyle bir can oldu ki benim için, adeta babam yerine koydum. Kendisini o kadar severim ki söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum çünkü anlatmaya kalksam kelimelerin yetersiz kalacağından korkuyorum. Ne kadar çok şey öğrendim ondan bilseniz… Çok önemli bir yeri vardır hayatımda, hem çalışma arkadaşı hem de dost olarak. Birilerinden söz ederken güzel bir şeyler söylemeye çalışılır doğal olarak, onun için söylemek istediklerimi seçmek mümkün değil. Eğer bir ‘Gerçek İnsan’ tarifi yapılacaksa işte o; Aram Gülyüz’dür diyebilirim. Onunla dostluğumuz o kadar uzun yıllara dayanır ve o kadar çok hatıramız vardır ki hangi birini anlatacağımı bilemiyorum valla. Bir keresinde adada bir çekim yapıyorduk. Monitörden bakıyor ve ‘Allah Allah ne oluyor yahu’ diye söylenip duruyor. Bütün renkler sarı gözüküyor, bakıyor makyajlarda mı bir şey var, havada mı bir şey var aklı ermiyor. Nice sonra farkına vardı ki gözünde sarı camlı bir gözlük var. Ay ne gülmüştük, ne gülmüştük. Aram Gülyüz birlikte çalışılması gereken bir yönetmendir. O kadar pratik ve zekidir ki bence dünyanın başka bir ülkesinde olsaydı çok daha önemli yerlere gelebilirdi, bundan eminim. Onun filmlerinde daima gerçek hayat tadı vardır. Yani insan izlerken, içindeymiş gibi dalar gider. O daima güzel bir insan kalmak için mücadele etti ve hiç değişmedi. Gerçekten benim babam gibidir. Onu öyle sever, öyle güvenirim ki yaptığım tüm işleri ince eleyip sık dokuduğum halde, o bana ‘Gel yalnızca şurada dur’ dese tereddütsüz kabul ederim. O bir sihirbazdır sanki, filmlerde mucizeler yaratır. Şimdi şurada on kişilik bir sahne çekilmesi gerekse ve yalnız bir kişi gelmiş olsa o yine de becerir, birini şimdi, birini sonra, birini yarın çeker ve işi aksatmadan bitirir. Siz izlerken asla farkına varmazsınız. Vallahi ne desem yetmez. İnşallah uzun ve sağlıklı bir ömrü olur ve yine birlikte güzel işler yaparız. Doğrusu onu o kadar seviyorum ki kalbimdeki en güzel kelimeler onun olsun istiyorum.

Profile Picture
ABDULLAH GÜREK
“ONU TANIMAK BENİM ÇOK BÜYÜK KAZANCIMDIR”

Ben daha Kriton İliadis’in yanında asistanken tanıdım Aram Abi’yi. O zamanlar onun firması vardı. Zaman içinde, ben görüntü yönetmeni olunca birçok filmde birlikte çalıştık. Sette müthiş pozitif elektriği olan bir insandır. Onunla çalışırken inanılmaz rahat etmişimdir. O bütün zorlukları kolaya çevirirdi. Ben ‘Bunu nasıl yapacağız’ diye kara kara düşünürken o gelir ve ‘Korkma Apo, onu da hallederiz’ derdi ve hallederdi. İmkânsızları başarırdı, geceyken, gündüz sahnesi çekebilirdi. Onunla çalışmak büyük bir zevktir. Onu tanımak benim için çok büyük bir kazanç olmuştur. O kadar çok iş yaptık ki birlikte… tabii birçok da unutulmaz anımız var. Mesela birini anlatayım. Aram Abi’nin Karadayı diye bir asistanı vardı, tombul bir adamdı. Bir gün bu arkadaş, endişe içinde yanıma geldi ve ‘Apocum’ dedi ‘büyük bir hata yaptık, dörtyüz metre yanlış çektik, ne yapacağız bilmem’. Ben kendi kendime ‘Aram Abi bunu mutlaka halleder’ diye düşünürken adam, heyecanından pat diye yere düştü bayıldı. Herkes başına toplandı, Aram Abi ‘Ne oldu?’ falan derken ben de çektim kenara ve tabii olanı söyledim. ‘Ah be yavrum değer mi? Dörtyüz metre yanlış için bayılmaya?’ dedi ‘ben bulurum bir çaresini’. Ve buldu da. Hepimizi şaşırtacak şekilde, bir kapı planıyla o dörtyüz metreyi halletti. Hâlâ şoktayım. Bunca yıl geçti hâlâ… İşte öyle bir adamdır Aram Abi. O kadar da güzel filmler ve diziler çektik ki onunla. Çok pratiktir, çok canayakındır, çok sevecendir. En çok çalıştığım yönetmendir. İnşallah Allah ömür verir ve birlikte çalışacak daha çok fırsatlar çıkar karşımıza.

Profile Picture
METİN SEREZLİ
“ARAM GÜLYÜZ BENİM KADİM DOSTUMDUR”

(Aram Gülyüz’ün arzusuyla ‘Portreler’ adlı TV programından alınmıştır) Aram Gülyüz benim en sevdiğim arkadaşlarımdan biridir. Tanışmamız da oldukça ilginçtir. 59-60 yıllarında olacak; Aram Gülyüz o sıralar yönetmenlik yapıyor, biz de tiyatroda Selçuk Kaskan’ın yazdığı ‘Alamanya’dan Bir Yar Gelir Bizlere’ adlı bir komedinin hazırlıklarını yapıyoruz. Burada ben, Aksaray mı, Kasımpaşa mı tam olarak hatırlamadığım bir semtin mahalle gençlerinden birini oynuyorum. Almanya’dan bir mektup alıyorum, içinde çok güzel bir kız resmi var. Sözde bu kız bir yerlerden benim adresimi bulmuş, İstanbul’a gelecekmiş, ben onu karşılayıp misafir eder miymişim. Kız o kadar güzel ki ben sevinç içinde gelmesini bekliyorum ama gele gele, orta boylu, toparlak, kıllı bacaklı bir delikanlı geliyor. Kendini misafir ettirebilmek için kızın resmini kullanmışmış. Oyun bu. Ama bu rolü kim oynayacak? Aram da o günlerde çekeceği bir filmde oynamamı teklif etmek için Dormen Tiyatrosu’na geliyor. Tanıştıktan hemen sonra, ben ona bu oyunda oynaması için ısrar ediyorum, o bana filminde oynamam için. Bu delikanlı çok sempatik bir tip olmalı, Aram da o kadar sıcak ve sempatik bir adam ki… Tastamam uyacak. Neticede o benim piyesimde oynamadı ama ben onun filminde oynadım. Esprisi esprilerime, mizah duygusu mizah anlayışıma çok yakın olan, hakikaten mizahı çok seven ve çok iyi değerlendiren bir insandır. Kültür seviyesi o dönemde çalışan diğer sinemacıların bir hayli üstündeydi. İngiltere’de çalışmış olmasının da etkisi vardır belki ama kendi gözlemleri de söz konusu tabii. İster özel hayatında olsun, ister film setinde olsun, bir insan bu kadar mı berrak, bu kadar mı iyi niyetli olabilir… İşte Aram onlardan biridir. Yönetmen olarak söylediği bir şey vardır, bunu söylememi ister miydi bilmem ama kendi ağzından duymuşumdur ve söylemeden edemeyeceğim. Bir gün demişti ki: ‘Bu yönetmenler bu kadar uğraşıyorlar, kılı kırk yarıyorlar, sabahlara kadar düşünüp taşınıyorlar, tamam, iyi işler çıkarıyorlar ama ben bakıyorum, bu kadar kafa yormadan ve kendini yırtmadan da oluyor bu işler. Doğru yolu bulmak yeterli, hiç yırtınmaya gerek yok’. Ve evet, son derece pratiktir, çünkü çok zekidir. Sinema nedir? Bir anlatım sanatıdır, bir hikâyeyi anlatırsınız ve bunu yaparken oyuncularınızın insan olmasını ve insanca çalışmasını istersiniz. Mesela komedi oyuncularının ayrıca komiklik yapmalarından nefret eder. Daima durumun getirdiği komediden yararlanmaya çalışır ki bu da çok akıllıca bir şeydir. O yüzden de yaptığı bütün filmler çok başarılı oldu.

Profile Picture
İZZET GÜNAY
“HİÇBİR ZAMAN HAYATA KÜSMEDİ”

Aram benim her şeyden önce çok iyi dostlarımdan biridir, çok şey paylaştık onunla. Biz 1963’ün başlarında ‘Hop Dedik’ filminde tanıştık, Melek Film’le yapılan bir filmdi, Orhan Günşiray, Fatma Girik ve ben oynuyorduk. Benim çıkışımı hazırlayan ikinci yardımcı roldür o… ve o filmin çekimi sırasında çok yakınlaştık Aram’la birbirimize. Sonra ben, ya bir ya iki filmde daha oynadım Melek Film’le, daha sonra da Aram’ın eniştesiyle (kız kardeşi Rita’nın eşi) sahibi oldukları Metro Film’le anlaşma yaptık. Benim ilk sözleşmemde Aram’ın eniştesi Roje’nin imzası vardır. Bu süreç içinde Melek Film ve Metro Film olarak beni karşılarına alıp, üzerime yatırım yapacaklarını, bunun için de tiyatroyu bırakmam gerektiğini söylediler. Aram’ın bu işin içinde olması benim için çok önemlidir, zaten onun hayatımdaki yeri çok önemlidir. O gerçekten çok iyi ve temiz yürekli bir insandır. Hayata bakışı o kadar hafiftir ve öyle hiçbir şeyi ciddiye almaz bir havası vardır ki bu yaptığı işlere de yansımıştır bence. Ayrıca maceracı bir yapısı olduğundan sinema onun naturasına uygun bir iştir. Onunla altı yedi filmde çalıştık. Başrol olarak oynadığım; ‘Varan Bir’ en önemlilerindendir. Orada konuşan bir araba vardı mesela, kaportası kalkıyor ağız gibi konuşuyordu, dünyada ilk kez düşünülmüştür bu espri bence. Yürümeyen bir arabaydı. Ah ‘Red Kit’teki atım da yürümüyordu benim. Aram, 1971 yılında dünyada ilk kez Red Kit fimi yapmıştır biliyor musunuz? Bir at getirdiler ki sütçü beygiri, dehliyorsun, dürtüyorsun, topukluyorsun, asla yürümüyor. Kendi başına yan yan gidip bir saçağın altına bordalıyor, ben de üzerine yapışıp kalıyorum. Aram da orada, kahkahalarla gülüyor. “Ya Abi şu atın haline baksana, ne yapsam yürümüyor, bir şeyler yap bari yeni bir at bulsunlar” falan diyorum, Aram yerlere yatıyor gülmekten. Yani böyle bir adamdır o. Tabii o da bizim gibi, filmcilikten hakkını alamayan bir adam, daha çok şey hakediyor gerçekten. Allah’tan her şey gibi filmciliği de gırgıra alan bir adamdır da hiçbir zaman hayata küsmedi. Öyle esprilidir ki vallahi şimdi imkan verilse daha neler yaratır kimbilir. Komediyi çözmüş bir kere, insanların nelere güleceğini gayet iyi bilir ve bunu ustalıkla kullanır. Aram son derece iyi kalpli güzel bir insandır, gerçekten çok severim, zaten eminim ki onu sevmeyen yoktur ve kimse hakkında tek bir kötü söz söyleyemez. Allah ona uzun ve sağlıklı ömür versin. İZZET GÜNAY’IN GÖZÜNDEN SİNEMANIN DÜNÜ BU GÜNÜ İzzet Günay’ın Türk Sineması’nın dünü ve bu günü hakkında söyledikleri de çok ilginç. O yüzden onları da bu kitaba almayı uygun gördüm. Haklarını alamamış insanlar olarak bizim kuşak birbirine çok yakındır. Biz birbirimize kırgın bile olsak, bağlılığımız ve sevgimiz bunları dile getirmeye daima engel olur. İyi bir kuşaktık doğrusu ve bu gün iyi bir şeyler yapılıyorsa herkes bunu bizim kuşağa borçludur. Eziyetini biz çektik sinemanın. Bazen gençler röportaja falan geldiklerinde “Siz şanslı bir kuşaksınız, sinemanın altın devrini yaşadınız” diyorlar bize, oysa hayır, bunun tam tersi söz konusudur. Sinema asıl şimdi altın devrini yaşıyor, gerçek bu. Bir kere seçme hakları var. Bizim öyle bir hakkımız yoktu ki. Bir şirketle altı ay öncesinden anlaşmamızı yapar, bir veya iki ayımızı satardık. Sonra günü geldiğinde önümüze on beş yirmi sayfalık bir şey konurdu. Biz de itirazsız onu kabul edip, söz konusu rolü oynamak zorundaydık. ‘Ben bunu beğenmedim, oynamak istemiyorum, şurası şöyle olsun, böyle olsun’ diyemezdik. Bu günkü kuşak o bakımdan çok şanslı. Seçiyorlar, bekliyorlar, senaryo birkaç elden geçiyor, nihai karar verildiğinde son çalışmalara oyuncu da çağrılıyor, onun da fikri alınıyor. Bu arada o da rolünü çalışmış oluyor, kendince bir tarz oturtuyor. Bazen muhabir arkadaşlar bize ‘Rolünüze nasıl çalışırdınız?’ gibi bir soru soruyorlar. Bizim çok acaibimize gidiyor bu; çalışacak bir rol yoktu ki ortada, bazen tek bir sayfa gelirdi, o günkü sahne yazılmış yalnız; bilmem nerede bir köşkte, dahili sahne. Orada okuyorsun, tip belli zaten, herkes kalıplaşmış modelleri oynuyor. Genelde cıvıkça bir komedi olurdu oynanan. Ben tiyatrocu olduğum için biraz daha şanslıydım belki, hem komedi oynadım hem ağır dramlar oynadım. Ama halk beni orada beğeniyor diye prodüktörler, daha çok maceracı, dövüşgen, biraz argo konuşan tiplere yatırdılar genelde ve onları oynadım. Severek de oynadım, ya polis ya gazeteci gibi tipler olurdu bunlar ve o tiplerin de çalışılacak bir yanları yoktu. Mesela bu gün sinema yapsaydım kim bilir ne kadar zenginliği olan roller oynardım diye düşünüyorum. ‘Vesikalı Yarim’ filminden sonra bunu düşünmeye başladım. İyi film yaptığınız, sinemayı anladığınız yani ufkunuzun açıldığı dönemde kendi kapasitenizi keşfediyor ve böyle bir düşünceye giriyorsunuz. Bunu yaptıysam, kim bilir daha neler yapabilirdim diyorsunuz. Tabii çok kötü işler de yaptık açıkçası ama bu yalnız bizim günahımız değil. Sinema zaten bir ekip işidir ve biz sadece sunulan yemeği kabul etmek zorunda kaldık. Öyle ki sevabıyla günahıyla bize aittir, itiraf ediyoruz. Ama o iyi filmleri de yapan bizler değil miydik? O zaman kapasitemiz belli olmamış mıydı? Hep kötü filmler yapmış olsaydık biz bu kadar yapabiliyoruz derdik. Demek ki bizden kaynaklanmıyor. Bizi iyi kullansalardı, senaryolar çok önceden titizlikle hazırlanarak, yani iş bitmiş olarak gelinseydi sete o filmler de iyi filmler olacaktı. Kameranın açısı bile önceden belli, neyin nasıl yapılacağı ayarlanmış oluyor şimdi. Sinema böyle yapılır işte. Eskiden öyle miydi ya? Zaten filmlerin çoğu Hollywood filmlerinden adaptasyon olurdu. O şartlar içinde ne kadar yaparsan artık. O yıllarda bizim filmlerimizin seyircisi daha çok kadınlardı. Kadınlar tek başlarına gelemedikleri için gruplaşırlar ve aralarında konuşarak filmlerimizin reklâmını yaparlardı. Şimdiki gibi önceden yapılan reklâmlar, duyurular mı vardı? O filmlerimize rağbet eden kadınların da sayısı belliydi ve prodüktörler o maliyetin dışında bir kuruş harcama yapmak istemezlerdi. O yüzden filmlerin kaliteleri de öyle kaldı maalesef. (Bu ‘maalesef’ de İzzet Günay’dan) Daha iyi mekânlar, dekorlar, kostümler kullanılabilirdi. Kostümleri biz kendimiz getirirdik yahu. Ama biz yine de bu işe severek gönül verenler olarak, bütün bu şartların ağırlığına rağmen büyük bir özveriyle çalıştık. Şikâyetimiz yok Hakim Bey.